Kategori arşivi: Kitap

İslâm ve Batı – İbrahim KALIN

2007 yılında yayımlanmış olan kitap 10 sayfası dipnotlar, 10 sayfası da kaynakça olmak üzere 186 sayfadan ibarettir. Kaynakça ve dipnotları özellikle vermemin sebebi kitabın yazılırken nasıl bir bilgi birikimi ile yazılmış olduğunu göz önüne sermek istememdir. Kitap İslâm ile Batının (önce Avrupa daha sonra da Amerika ile birlikte Avrupa) ilk günden itibaren ilişkilerini konu almaktadır.

İsam Yayınları’ndan çıkan kitap yayımlandığı yıl Türkiye Yazarlar Birliği 2007 Fikir Ödülü almıştır. Açıkçası okuduktan sonra ödül almaya layık bir çalışma olduğunu fark ediyorsunuz. Önsöz, giriş ve ek haricinde on bölümden oluşan bu kitabı sakin bir kafayla, kendinizi vererek okumanız gerekiyor.

İlk günden bu yana İslam ile Batının arasındaki ilişkileri konu alan bu kitap günümüz ilişkilerine ve sorunlarına aslında ışık tutmaktadır. Naçizane fikrim önemli bilgi ve referanslar eşliğinde hazırlanmış güzel bir tefekkür çalışması konumundadır.

Reis Bey – Necip Fazıl Kısakürek

Reis Bey…Necip Fazıl’ın çok bilinen eserlerinden bir tanesi. Biliniyor ancak daha çok filmi ile. Kitap bir tiyatro olarak yazılmış..veyahut piyes de diyebiliriz. İlk basım tarihi 1963. Üç perdeden oluşan piyeste, her perdede üç tablo ve toplamda 21 karakter bulunur.

Kitabın içeriğine çok fazla girmek istemiyorum çünkü daha önce de söylediğim gibi çok bilinen 1988 yılında gösterime girmiş bir filmi de mevcut. Ayrıca son yıllarda devlet tiyatrosunda da sergilenen eserlerden. Eseri okuyunca Reis (Hakim) Bey’le üstad acaba bir açıdan kendini mi anlatıyor sorusu da akla gelmiyor değil. Neticede onun hayatını da iki bölüme ayırabiliriz, bir mahkumluk dönemi de var. Tam olarak kesinlikle benzeşmiyor ama üstad bence burada bir mesaj da veriyor olabilir belki bize, belki kendine, belki de anlayana… Kitap tek kelimeyle anlatılmak istenirse merhamet kelimesi tercih edilmelidir. Merhametin yanına yine o duygudan türeyen acımak kelimesini de ekleyebiliriz.

Uzun Hikaye – Mustafa Kutlu

Esasında öneri üzerine Mustafa Kutlu’nun kütüphanede Sır adlı kitabını ararken Uzun Hikaye’ye denk geldim. Sır’ı bulamadım ama bu kitabı aldım onun yerine. Öncelikle filmin bir kısmını TV’de denk geldiğimde izlemiştim ancak sadece ortasından bir bölüm. Ayrıca Mustafa Kutlu’yu da merak ettiğimden kütüphaneden boş çıkmak istemedim. Her neyse kitap 114 sayfa ve iki bölümden oluşuyor. İlk baskısını 2000 yılında yapmış. Filmin çıktığı yıllarda ise baya bir satmış. Aslında kısa bir kitap olsa da hikaye için uzun sayılır. İsmi de öyle zaten. Hatta duyduğuma göre yazar Mustafa Kutlu’ya sormuşlar ya bu roman mı hikaye mi diye, o da hikaye ama biraz uzun demiş.

Başladığı gibi bitiyor, hayal gücünüze oldukça iş kalıyor kitap boyunca. Güzel ve bir çırpıda okunacak bir kitap. Tam kafa dağıtmalık. Bir yerlerde denk gelirseniz okuyun derim.

Bu Ülke – Cemil Meriç

Cemil Meriç‘i zaman zaman denk geldiğim metinlerden etkilenerek biraz araştırmıştım. Açıkçası Cemil Meriç diyince saygıdan korktuğum bir insan geliyor aklıma. Bugün yaşasa ve onunla sohbet imkanım olsa sanırım bundan çekinirdim. Bunun yerine onu bir söyleşisinde dinlemeyi tercih ederdim. Muazzam bir entellektüel ve düşünür.

Sürekli olarak kullandığı fildişi kulesi tabiri vardır onun. Fildişi kulesinde kitaplara kaçmış bir düşünür. Bu Ülke kitabını okuduktan sonra ona duyduğum saygı bir hayli arttı. Çünkü daha önce tam manasıyla tanımıyordum onu. Kitapta özellikle milli bir düşünürle karşılaştım. Geçmişini, köklerini seven batıdan aldıklarının yanında doğunun da ne kadar dolu dolu olduğunu gösteren bir düşünür. Mutlaka okunması ve kulak kabartılması gereken bir kişi. Yazdıkları aslında okuduklarıyla dolu kafasından sızanlar sadece. Küp öyle dolu ki sızanlar bile yeterli gelebilir bizim gibilere.

Kitapta Tanzimat döneminden itibaren ‘Türk Aydınına’ ve Batı özentisine eleştiriler mevcut. Batı özentisine eleştiri hakkı olanlardan biri de aslında Cemil Meriç. Çünkü batıyı ve ‘batı aydınlarını’ en çok da o tanıyor. Tamam batının alınması gereken birçok özellikleri olabilir ancak doğuya haksızlık edilmiyor mu ya İslama?

Bu Ülke kitabı, farklı baskılara sahipmiş ancak o öldükten sonra sanıyorum varisleri İletişim Yayınları ile anlaşarak yayınlanmamış notları da dahil olmak üzere bu yayınevinde yayınlanmasına karar vermişler. Kitaba bazı baskılarda eklemeler yapılmış ve son halini bu şekilde almış. Kitabın bölümleri aşağıdaki gibidir;

  • Entellektüel Bir Otobiyografi
  • Cemil Meriç Kronolojisi
  • BU ÜLKE
    • Siham-ı Kazâ
      • Babil
      • Müstağripler
    • Biz ve Onlar
    • Münzevi Yıldızlar
    • Fildişi Kuleden
    • Bâki Kalan
  • Kanaviçe
  • Bu Ülke ile İlgili Basında Çıkan Yazılardan Seçmeler

İlk olarak Entellektüel Bir Otobiyografi bölümünde Cemil Meriç’in kendi kitaplarından toplanmış otobiyografisi mevcut. Sonrasında Kronolojisi verilmiş. Ardından BU ÜLKE kitabının orjinal kısmı var. Kırk sayfalık Kanaviçe bölümünde ise kitaptaki dipnotlar mevcut. Bu bölüm aslında direkt sayfa altlarında dipnot olarak verilse okuma kolaylığı açısından bence daha iyi olurmuş diyebilirim.

Kitapta altını çizerek okuyacağınız, defalarca geri döneceğiniz birçok yer mevcut. Ayrıca bazı yazarların (doğulu, batılı veya yerli) hakkında da bilgiler verilmiş bu noktalar da ilgi çekici. Benim de altını çizdiğim oldukça yer olmakla birlikte bazılarını aşağıda paylaşmak istiyorum.

Her Büyük Adam Kucağında Yaşadığı Cemiyetin Üvey Evlâdıdır

… “İnsanı cemiyet yaratır. Hangi cemiyet? İnsan cemiyetle tam bir uyum hâlinde olduğu zaman tarihi yoktur; doğar, yaşar, ölür. Tarihi yaratan, fertle kalabalık arasındaki anlaşmazlık… Fert cemiyetle kaynaştığı zaman tarihi yoktur…

Fildişi Kule 1: Miskinler Tekkesi

“Dadaizm ve sürrealizm, kitleye sırtını çeviren sanatın yüzde yüz iflasını bir fizik kanunu katiyetiyle ispat etmekte… Artık ‘sanat için sanat‘ tekerlemesi, ya hazin bir gafletin ifadesidir yahut da bir ricatın. İlham perilerinin iltifatı hiç kimseye kavgadan kaçmak imtiyazını vermez. Fildişi kule, ikinci harp sonu dünyasının dâvâsız sanat meczuplarını barındıran bir miskinler tekkesidir… Vatandaşları günün çetin kavgalarında yer alırken yıldızlara serenat besteleyen bedbahtın adı: savaş kaçağıdır… Fikir ve sanat adamının yeri: fikir ve sanat kavgasının ateş hattıdır… Her sanatkâr agora’ya inmek, hayırla şerrin savaşında ister istemez yer almak mecburiyetindedir. Fildişi kuleye kapananlar şerrin zaferini (bilerek veya bilmeyerek) kolaylaştırmış olurlar. Kitlelerin yükselmesi, insanlaşması, ışığa kavuşması için sanat: işte çağımızın şiarı.” (Yirminci Asır, “Fildişi Kule Efsanesi”, 1.11.1947) …

İzm’ler

İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.

Bu Firar Bir Kabil Kompleksi

Her dudakta aynı rezil şikâyet: yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye’nin insanından şikâyetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını “yaşanmaz”laştıranlardır.

Türk aydını, Kitâb-ı Mukaddes’in Serseri Yahudisi… Hangi Türk aydını? Kaçanlar ne Türk, ne aydın. Bu firar bir Kabil kompleksi.

Sen Bir Az-Gelişmişsin

Kıt’aları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar…

Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupalıyım” demeğe başladı, “Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.”

Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: “Hayır delikanlı”, diye fısıldadılar, “sen bir az-gelişmişsin.”

Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir “nişân-ı zîşân” gibi gururla benimsedi aydınlanınız.

Asaletini Kaybeden İrfan

…Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asaletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür. Genç kuşaklar, Batı’nın bit pazarlarından ithal edilmiş bu hazır elbiselere küçümseyerek bakıyor. Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan. …. (Sayfa 101)

Biz ve Onlar

“İmparatorluk günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamak? Onu bu hâle düşüren sebeplerin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir. Temellerini III. Selim’in attığı bu zihniyeti, derin cehaleti ve sonsuz hayalperestliği yüzünden II. Mahmut son haddine vardırır. Babıâli’ye tavsiyemiz şudur: hükümetinizi dinî kanunlarınıza saygı esası üzerine kurunuz. Devlet olarak varlığınızın taneli, Padişahla Müslüman tab’a arasındaki en kuvvetli bağ, dindir. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın. İdarenizi düzene sokun, ıslah edin. Ama yerine size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskilerini yıkmayın. Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunları almayın. Batı kanunlarının temeli Hıristiyanlıktır. Türk kalınız. Tatbik edemeyeceğiniz kanunu çıkarmayın. Hak bellediğiniz yolda ilerleyin. Batının sözlerine kulak asmadın. Siz ilerlemeye bakın. Adalet ve bilgiyi elden bırakmayın. Avrupa efkâr-ı umûmiyesinin az çok değeri olan kısmını yanınızda bulacaksınız. Kısaca, biz Babıâli’yi kendi idare tarzı’nın tanzim ve ıslahı için giriştiği teşebbüslerden vazgeçirmek istemiyoruz. Ama, Avrupa’yı örnek olarak olmamalıdır kendine. Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka. Avrupa’nın temel kanunları Doğu’nun örf ve âdetlerine taban tabana zıttır, ithal malı ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat Müslüman memleketlerini ancak felakete sürükler. Onlardan hayır gelmez sizlere.” METTERNICH

Demokrasi ve İslamiyet

… Çağdaş Avrupa’nın demokrasi anlayışı bu, kısaca. Şimdi de İslâmiyet’in devlet telakkisine bir gözatalım.

İnsanlar, doğuştan eşittirler: kullukta, fanilikte eşitlik. Ama menfi bir eşitlik bu. Sonra, iman sayesinde yeni bir eşitlik kazanırlar, kardeş olurlar. Rabbin lütuflarmdan aynı ölçüde faydalanacaklardır: hukukî ve müsbet bir eşitlik.

Kulun bütün haysiyeti: mümin oluşunda. Kul, mümin olunca hukukî bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyet.

İslâm için hürriyet felsefî değil, hukukî bir mefhum. Temeli: camianın bütün fertleri arasında tam bir hak eşitliği olduğu inancı.

Hükmeden Allah’tır, bu hâkimiyet devredilemez. Allah, her ul-ül emr’i otorite ile doğrudan doğruya teçhiz eder. Emir (veya Sultan) seçimle gelse de, durum değişmez. Allah’ın dışında cismanî bir otorite yoktur. Vardır demek, Allah’a şerik koşmaktır. Ul-ül-emr, Allah’ın aletidir sadece. İslâmiyet’te her türlü istibdada, ahkâm-ı Kur’aniyye dışındaki her türlü keyfiliğe karşı direnmek için birçok yollar vardır.

Kitap sahibi kavimler, İslâm’ın üstünlüğünü kabul etmek ve ona cizye ödemek şartıyla hudutlu, fakat teminatı olan bir hakka lâyık görülürler. Bu himaye, ümmetin bir civanmertliğidir. Bir nevi misafirperverlik. Himaye edilenlerin daha az vazifeleri olduğu için, hakları da daha azdır. İbadetlerine devam edebilir, kendi kanunlarını uygulayabilirler.

Putperestlerin camiada yeri yoktur. Ama Müslümanlar onları da zaman zaman korumuşlardır. Her kâfir ve putperest İslâmiyet’i kabul eder etmez, misak’a dahil olur. İslâm, cihanşümul bir dindir, bütün insanlara hitap eder. Kast da tanımaz. Gerçek Müslümanın nazarında sosyal sınıf diye bir şey olamaz. Servet veya mevki ayırmaz insanları; Müslüman, Müslümana eşittir. Cevdet Paşa’nın söyleyişiyle: “Emr-i taayüşçe ağniyâ ile fıkarânın halleri mütekaarib ve müteşâbihdir. Câmi-i şerifde ise müsâvât-ı tâmme ve hürriyet’i kâmile vardır…” Fukara ile zengin arasında “bir büyük mesafe görünmez.” Ve Hıristiyan devletlerinde olduğu gibi, tefrika ve husumet de yoktur. “Binaenaleyh, akvâm-ı İslâmiyede commune ve socialiste ve nihiliste gibi fürûk-ı îtizâliyye” bulunmaz. ..

Din Afyon mudur?

Şato kiliseye dayanıyordu, kilise, nass’a. Batı’nın düşünce tarihi akılla naklin mücadelesi tarihi. Nakil, imtiyazların kalesiydi. Üçüncü sınıf, bu asırlık kaleyi aklın dinamitiyle tahrip etmedikçe hürriyete kavuşamazdı. Hıristiyanlık, eski toprak köleleri için karanlık bir mahpesti, maddecilik* arz-ı mev’ut; din zilletti, dinsizlik haysiyet.

Burjuvazi iktidara geçer geçmez kiliseyle nikâh tazeledi; kiliseyle, yani nass’la. İmtiyazlarını koruyacak bir hisardı nass. Şimdi, aklım bayrağını omuzlamak yeni bir içtimaî sınıfa düşüyordu, en yoksul ve en kalabalık sınıfa.

Mekanist maddecilik,* yükselen burjuvazinin* kavga silâhıydı; diyalektik maddecilik* dördüncü sınıfın kavga silâhı oldu. Birincinin görevi feodaliteyi* yıkmaktı, ikincinin kapitalizmi. Din, Avrupa için bir afyondur, bütün ideolojiler gibi. Avrupa’nın tarihi, bir sınıf kavgası tarihidir. Osmanlı için şuurdur din, tesanüttür, sevgidir. Osmanlı toplumu insan haysiyetine ve inanç birliğine dayanır. Hegel* belki haklı: tarih tezatlar içinde gelişir. Osmanlı’nın tezadı Avrupa’dır. Batı’da maddecilik bâtıl’ın hisarlarını yıkan bir dinamit, hür düşüncenin dinamiti; Osmanlı İmparatorluğunda maddecilik bir kendi kendini tahrip cinneti.

Avrupa, Osmanlı ülkesine papaz ihraç eder. Hıristiyanlığa davet için mi? Ne münasebet. Tek emeli, Osmanlı’yı dinsizleştirmektir. Dinsizleştirmek, yani “etnik bir toz” hâline getirmek.

Bir kelimeyle: dinsizlik, Batının yükselen sınıfları için ne kadar hayırlıysa, bizim için o kadar meşumdur; onlar için ilerleyiş; bizim için çözülüş ifade eder, mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı…

Çağdaş Uygarlık Düzeyi ve İsa Efendimiz

…İnsanlığın tarihi neden İsa ile başlasın? Tarihin mihver çağı İsa’dan önce beşinci yüzyıl. Bugünün insanı o zamandan beri yaşıyor (Jaspers).*

“Her şahıs tasavvurlarını kendi lisanı üzre kurup da sonra başka lisana tercüme ettiği gibi, her millet vak’aları kendi tarihine göre tertib edip, öteki tarihleri ona kıyasla bulur… Yani her millet kendi tarihini muhafazaya mecburdur” diyor Cevdet Paşa. “Binâenaleyh, bizde de hicretin tarih başlangıcı olması emr-i tabiîdir”. Tarih, gerçekte iki kısma bölünebilir. Paşa’ya göre: “asr-ı Âdemden, asr-ı İslama kadar” olan zaman eski çağdır; ondan sonra yeni çağ İslâm’la başlar. ‘Yeni tarihi de iki kısma ayırabiliriz: ikinci kısmın mebdei, matbaanın keşfidir.” …

Öldürmeyeceksin

Kanun, eski Yunan’dan beri “büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçüklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı” Avrupalı için. Machiavelli, insanlığı ikiye ayırır: tarihi yapanlar, tarihin malzemesi. Çobanla sürü. Katili göklere çıkarır, Sade, ayak takımının peşin hükümlerinden sıyrılmış bir gerçekçi olarak alkışlar. Devlet, gözünü kırpmadan cana kıyanları korumalıdır.

…Yunancada dâhi ile şairin kökleri bir, ikisi de yaratıcı demek. Deha ilahî bir cezbedir, Eflatun’a göre. Kant için, “sanata kaideler sunan bir meleke.” Hegel “Gerçek sanat ne öğrenilir, ne aktarılır”, diyor. Kabiliyet ile dehayı şöyle ayırıyor Schopenhauer: kabiliyet, belli bir hedefe başkalarından daha ustaca ok atmak; deha, oklarını, başkalarının bakışlarıyla dahi ulaşamayacağı bir hedefe saplamak. Taine, dehayı girift bir varlık olarak vasıflandırıyor. Önce sanatçının mizacı, üslubu, yapıcılığı, sonra çevre. Tabiat, insiyak, deha, mizaç, sinir sistemi, beyin veya kan… Bu esrarlı varlığa ne ad verirseniz verin, her büyük eserin ilk kaynağı o. Sabırmış, emekmiş, çevreymiş, hiçbir şey o cevherin yerini tutamaz. …

…Seneca “Her dâhi bir parça delidir” diyordu. …

Bu cüceler asrı, ne dehaya inanıyor, ne fazilete. “Deha bir sümük meselesidir” Leon Paul Fargue’a göre, “sanat bir virgül meselesi”; Aragon için, “dâhi’nin özelliği, öldükten yirmi yıl sonra salaklara düşünceler ilham etmesidir.”

Dâhi münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen. Zirveden zirveye akseden şarkı.

Scott

…Birçok kitapları, okumuş olmak, hattâ okumuş görünmek için okuyoruz. Birçoklarını da çevremizden kaçmak için. Goethe doğru söylemiş: kitap, Batı’nın afyonu. Aylarca masallar dinledim Scott’tan. Her roman merakla seyrettiğim uzun, esrarlı bir film gibiydi. Ne kaldı? Bir düzine roman ismi, üç beş kahraman, birkaç peyzaj, meçhul bir dâva uğruna dövüşen yiğit, serazat, inatçı insanlar, kan ve ölüm, Arslan Yürekli Rişarla Selâhattin Eyyûbi, Haçlıların İstanbul’a girişi ve oldukça geniş bir zaman çerçevesi içinde dal-budak salan ihtiraslar, Londra, saray, gelişen burjuvazi, derebeyleri ile şehirler arasındaki savaş, İsviçre’nin hürriyet kavgası, hayat ve gerçek… (Sayfa 235)

Bir adamı tanımak için, düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmemiz lâzım hiç değilse. Hayatın maddî olaylarıyla kronoloji yapılabilir ancak. Kronoloji, aptalların tarihi.

9

Itır gülün sesi, ışık sonsuzun. Geceleri ölüm konuşur karanlıklarda.

13

Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan yol arkadaşı. Hedefi, tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış.

Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir: parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş. (Sayfa 283)

27

Din, aşk, şiir… Boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı merdivenler. En yüce, en güzel, en ölümsüz taraflarını benliğinden koparıp bir mücerrede armağan eden insan, neden fakirleşsin? Boş kubbeleri sonsuzluğumuzla doldurmak, sonsuzlaştırmaktır. Tanrı beşerin en büyük keşfi.

Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı? Hangi ilmî hakikat bir kabile dininin nass’larından4 daha sıcak, daha doyurucu? İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarından. Mü’minlerin saadetini gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalı.

Deli İbrahim, Osmanoğulları’nın en akıllısı. Balıklara inci atarmış… İnci balıklara atılmak için yaratılmış olmasaydı, denizlerde ne işi vardı?

İnsanlar beyni fırlatıyor lağıma. Süleyman’ın sofrası iltifatlarına muntazır, onlar kemik peşindeler. Venüs’e arkaları dönük, köpeklere sırıtıyorlar. Efsane yalan söylüyor: Sirse insanları domuzlaştırmamış, domuzları insanlaştırmış. Bunları tekrar ahıra sok Sirse! (Sayfa 298)

25

Altınlarını cam karşılığı dağıtan Kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım. Cam, altından daha asil. israil peygamberlerinden beri lanetlenmiş bir maden, altın. Adı, tarihin bütün cinayetlerine karışmış. Pıhtılaşmış kan, insan kanı. Cam güzel, çünkü kirli bir mazisi yok. Cam güzel, çünkü kalbi var, kırılıverir. (Sayfa 296)

Cemil Meriç’in Bütün Eserleri ise aşağıda sıralanmıştır (sayfa sayıları İletişim Yayınları’na göre verilmiştir).

  • Bir Dünyanın Eşiğinde (431 Sayfa)
  • Bu Ülke (341 Sayfa)
  • Işık Doğudan Gelir (282 Sayfa)
  • Jurnal; 1955-65 (399 Sayfa)
  • Jurnal; 1966-83 (349 Sayfa)
  • Kırk Ambar; Rümuz-ül Edeb (463 Sayfa)
  • Kırk Ambar; Lehçe-t-ül Hakayık (546 Sayfa)
  • Mağaradakiler (287 Sayfa)
  • Saint-Simon; İlk Sosyolog, İlk Sosyalist (159 Sayfa)
  • Sosyoloji Notları ve Konferanslar (411 Sayfa)
  • Umrandan Uygarlığa (349 Sayfa)

En Güzel Örneğin En Güzel Örnekleri Sahâbe İklimi – 2 – Muhammed Emin Yıldırım

Daha önce 4 ciltlik bu serinin ilk kitabını okuduğumu ve tavsiye ettiğimi şu yazıda paylaşmıştım. Ayrıca serideki tüm sahabelerin isimlerini ve detaylı bilgilerini de şu yazıda paylaşmıştım. İkinci cildi de bitirmiş bulunmaktayım. İlk cilt için ne demişsem halen aynı fikirdeyim ve kısa süre içerisinde kalan iki cildi de bitirmeyi planlıyorum.

Bu serinin en büyük faydası bir sahabeyi anlatırken okuyucuya siyer altyapısı da kazandırması oluyor. Bu anlamda siyer altyapısı kazanmak için çok yararlı kaynaklar diyebilirim. Bazı yerlerde tekrar mevcut ve olmak zorunda. Bu tekrar sizin olayları ve mekanları sindirmenize yardımcı oluyor. Ayrıca siyer öğrenmek için naçizane tavsiyelerimden bir tanesi Bekir Develi ile Muhammed Emin Yıldırım’ın birlikte hazırladıkları Herkes İçin Siyer konulu 30 programdan oluşan youtube videolarıdır.

Hz. Muhammed’in Hayatı – Martin Lings

Öncelikle kitabın özellikleri ve içeriğinden bahsetmek istiyorum daha sonra da yorumlarımı paylaşacağım. Kitap İngiliz, müslüman olmadan önce Martin Lings adını taşıyan Ebû Bekir Sirâceddin tarafından yazılmıştır. Kitabın çevirisini ise Nazife Şişman yapmıştır. Kitabın ilk yayın tarihi 1986. Hz. İbrahim ve kabenin inşası ile başlayıp Hz. Muhammed (SAV)’in vefatı ve ilk halifenin seçilmesi ile sona eriyor. Toplam 85 bölümden oluşuyor. 374 sayfalık kitapta 85 bölüm olunca her bölüm yaklaşık 4.5 sayfa yapıyor diyebiliriz. Bu şekilde olması okuyucuyu sıkmıyor. Kısa kısa pasajlar halinde de diyebiliriz. Tabi bu kadar sayfa sayısına sahip bir kitabın geniş bir siyer kaynağı olması beklenemez. Çünkü O’nun (SAV) hayatı ciltlere sığmayacak kadar geniş ve anlamlı. Dolayısıyla olaylar ana hatlarıyla anlatılmış.

Geçtiğimiz ramazan ayında Bekir Develi‘nin youtube kanalında Muhammed Emin Yıldırım‘ın anlatımıyla Herkes İçin Siyer serisi vardı. Olaylara bakınca kitap ile Muhammed Emin Yıldırım’ın anlattıklarının paralellik gösterdiği açık. Ama arada bazı yerler çok kısa geçilmiş ve hikmetlerinden veya tam olarak sebeplerinden bahsedilmemiş. Yani nüanslar var ve bu nüanslar speküle edilmeye müsait, insanların islama saldırmaya çalıştığı konular. Açıkçası o noktaları bilmiyor olsaydım araştırma ihtiyacı duyardım. Konuyu bilmeyen ama düzgün kaynaklardan araştıranlar için bu durum bir sorun teşkil etmez. Ancak aksinde bu durum söz konusu olabilir.

Peki gelelim yazara… Şimdi dîni bir kitap okurken ben özellikle güvendiğim yazarları tercih etmeye çalışırım. Güvendiğim yazarları nasıl tespit ederim? Zaman içerisinde ehl-i sünnet din adamlarının saygı gösterdiği, reddiyeler vermediği, fikirlerini desteklediklerini kişiler benim için güvenilirdir. Bu kitabı okumaya bazı tavsiyeler üzerine karar verdim ancak yazarın güvenilirliğinden hiçbir zaman emin olamadım. Aslen bir ingiliz olan yazar bir şekilde islamla tanışıp müslüman oluyor. Bu harika birşey. Fakat bu din ve dini fikir anlamında güvenilir olduğu anlamına gelmiyor. İhlaslı bir şekilde müslüman olmak da güvenilir olduğu anlamına gelmez. Çünkü bu kitabı oluştururken bazı kaynaklardan yararlandı neticede. Yeri gelmişken o kaynakları da verelim.

Kitabın kaynakları

  • Kuran
  • Muhammed İbn İshâk – Sîret-i Rasûlullah kitabının Abdü’l-Melik İbn Hişam tarafından tetkik edilmiş nüshasının Wüstenfeld baskısı
  • Muhammed İbn Sa’d – Kitâb et-Tabakât el-Kebîr’in Leyden baskısı
  • Muhammed İbn Ömer el-Vâkıdî – Kitab el-Meğazi’nin (Peygamber’in savaşlarının kronolojisi) Marsden Jones baskısı
  • Muhammed İbn Abdullah el-Azrakî – Ahbâr Mekke’nin Wüstenfeld baskısı
  • Muhammed İbn Cerîr et-Taberî’nin Târîh er-Rusul ve’l-Mülük’ün (Peygamberler ve Krallar Tarihi) Leyden baskısı ve yazarın tefsiri.
  • Abdurrahman İbn Abdullah es-Süheylî’nin İbn İshâk’a yazdırdığı şerhin (er-Ravz el-Unuf) Kahire baskısı.
  • Muhammed İbn İsmail el-Buhârî (Wensinck – Handbook of Early Muhammadan Tradition)
  • Müslüm İbn el-Haccâc el-Kuşeyrî (Wensinck – Handbook of Early Muhammadan Tradition)
  • Muhammed İbn İsâ et-Tirmizî (Wensinck – Handbook of Early Muhammadan Tradition)
  • Ahmed İbn Muhammed İbn Hanbel (Wensinck – Handbook of Early Muhammadan Tradition)
  • Ahmed İbn  Şu’ayb en-Neseî (Wensinck – Handbook of Early Muhammadan Tradition)
  • Ebû Davûd es-Sicistânî (Wensinck – Handbook of Early Muhammadan Tradition)
  • Abdullah İbn  Abdurrahman ed-Darimî (Wensinck – Handbook of Early Muhammadan Tradition)
  • Muhammed İbn Mace (Wensinck – Handbook of Early Muhammadan Tradition)
  • Ahmed İbn el-Hüseyin el-Beyhâki – Kitâbü’s-Sünen el-Kübrâ
  • Hüseyin b. Mahmud el-Ferrâ’ el -Beğavi – Mişkât el-Mesâbih

Dolayısıyla kitabın eminliği konusunda yukarıdaki kaynakların da eminliği çok önemlidir. Ben doğrusu bu kaynakların hepsinden emin olacak ilme sahip değilim. DOlayısıyla da skitaptaki bazı bölümlere hep temkinli yaklaştım.Kitabı okuyacaklar için de tavsiyem budur. Kitabı okuyun ve yararlanın. Ancak kafanıza soru işareti gelen yerlerde olayın hikmetinin ve detaylarını güvenilir kaynaklardan araştırın. Son olarak 2005 yılında vefat eden yazara Rahman’dan rahmet diliyorum.

Asr-ı Saâdetten Osmanlı’ya SARAYIN KUTSALLARI – Talha Uğurluel

Talha Uğurluel’in hazırladığı kitapta Topkapı Sarayı müzesinde bulunan 16 adet eşyanın hikayesi anlatılmaktadır. Bir kısmı kutsal emanet bir kısmı ise tarihi eser niteliğindedir. Kitabın başlığı yüksek beklenti oluşturabilir. Çok yüksek beklenti içinde olmamak gerekiyor fakat eğlenceli bir kitap. Özellikle resimlerle bezendiğini de düşünürsek 205 sayfalık bu eser bir çırpıda okunabilecek niteliktedir. Resimler de ekstra güzellik katmış ve anlaşılırlığı artırmış diyebilirim. Okumanızı tavsiye ederim.

Topkapı Sarayı’nda bulunan özellikle kutsal emanetler ve onların hikayeleri için ise kapsamlı bir ansiklopediye (mevcut mu bilmiyorum) ihtiyaç olduğunu da anladım bu kitabı okuduktan sonra. Çünkü müzeyi gezseniz dahi detaylı bir şekilde eserlerin hikayesini bilmezseniz açıkçası çok bir anlam ifade etmiyor.

Moskof – Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl Kısakürek’in uzun zamandır okumayı düşündüğüm Moskof kitabı için sonunda bir fırsat buldum ve kitabı okudum. Kitap Rusların geçmişten bugüne uzanan yolculuğunu anlatıyor. Tabi kitabın esası bu yolculuğun Türklerle yapılan kısmı diyebiliriz. Bir tarih kitabı niteliği taşımıyor elbette, çünkü direkt kaynaklar verilerek anlatılmamış. Üstad Ruslarla ilgili edindiği bilgi ve tecrübeleri kendine has diliyle anlatmış ve kendi bakış açısından yorumlamış.

Kitapta belli başlı tarih kitaplarından alıntılar da mevcut. Yazar bu yorumları bazen sert bir dille eleştirmiş. Kitabın hemen baş kısmında çok dikkat çekici bir ifade var. Üstad Rusları şöyle tanımlıyor; “soyulmuş çürük patates suratlı, çiy ve bomboş gözlü”. Valla ne yalan söyleyeyim bu tanımı duyar duymaz aklıma Putin geldi.

Kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Çünkü okuyunca neden Rus’tan dost olmayacağını, adamların geçmişten günümüze emellerini rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Hatta direkt ilgisi olmasa da dış politikada işlerin nasıl yürüdüğünü, devletlerin dostlarından ziyade menfaatleri olduğunu bir kez daha kavrıyorsunuz.