Etiket arşivi: necip fazıl kısakürek

Müdafaalarım – Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl Kısakürek’in başta Sümerbank ve Malatya Davası olmak üzere farklı sebeplerle açılan davalara karşın mahkemeye sunduğu müdafaaların toplandığı kitaptır. Bu tarz arşiv belgelere ilgi duyanlar için oldukça ilgi çekici ve akıcı bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca kitap Ek bölümünde dosya evrakları, gazete haber ve yazıları ile de zenginleştirilmiştir.

Reis Bey – Necip Fazıl Kısakürek

Reis Bey…Necip Fazıl’ın çok bilinen eserlerinden bir tanesi. Biliniyor ancak daha çok filmi ile. Kitap bir tiyatro olarak yazılmış..veyahut piyes de diyebiliriz. İlk basım tarihi 1963. Üç perdeden oluşan piyeste, her perdede üç tablo ve toplamda 21 karakter bulunur.

Kitabın içeriğine çok fazla girmek istemiyorum çünkü daha önce de söylediğim gibi çok bilinen 1988 yılında gösterime girmiş bir filmi de mevcut. Ayrıca son yıllarda devlet tiyatrosunda da sergilenen eserlerden. Eseri okuyunca Reis (Hakim) Bey’le üstad acaba bir açıdan kendini mi anlatıyor sorusu da akla gelmiyor değil. Neticede onun hayatını da iki bölüme ayırabiliriz, bir mahkumluk dönemi de var. Tam olarak kesinlikle benzeşmiyor ama üstad bence burada bir mesaj da veriyor olabilir belki bize, belki kendine, belki de anlayana… Kitap tek kelimeyle anlatılmak istenirse merhamet kelimesi tercih edilmelidir. Merhametin yanına yine o duygudan türeyen acımak kelimesini de ekleyebiliriz.

Moskof – Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl Kısakürek’in uzun zamandır okumayı düşündüğüm Moskof kitabı için sonunda bir fırsat buldum ve kitabı okudum. Kitap Rusların geçmişten bugüne uzanan yolculuğunu anlatıyor. Tabi kitabın esası bu yolculuğun Türklerle yapılan kısmı diyebiliriz. Bir tarih kitabı niteliği taşımıyor elbette, çünkü direkt kaynaklar verilerek anlatılmamış. Üstad Ruslarla ilgili edindiği bilgi ve tecrübeleri kendine has diliyle anlatmış ve kendi bakış açısından yorumlamış.

Kitapta belli başlı tarih kitaplarından alıntılar da mevcut. Yazar bu yorumları bazen sert bir dille eleştirmiş. Kitabın hemen baş kısmında çok dikkat çekici bir ifade var. Üstad Rusları şöyle tanımlıyor; “soyulmuş çürük patates suratlı, çiy ve bomboş gözlü”. Valla ne yalan söyleyeyim bu tanımı duyar duymaz aklıma Putin geldi.

Kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Çünkü okuyunca neden Rus’tan dost olmayacağını, adamların geçmişten günümüze emellerini rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Hatta direkt ilgisi olmasa da dış politikada işlerin nasıl yürüdüğünü, devletlerin dostlarından ziyade menfaatleri olduğunu bir kez daha kavrıyorsunuz.

Zindandan Mehmed’e Mektup

Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta…
Halimi düşünüp yanma Mehmed’im!
Kavuşmak mı? .. belki… daha ölmedim!

Avlu… bir uzun yol… tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli…
Git ve gel… yüz adım… bin yıllık konak.

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil…

Müdür bey dert dinler, bugün ‘maruzât’!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat…
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem…
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat…
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler…
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger… beynimi içtin!

Sükût… kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir…
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir…
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış…
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş…
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Necip Fazıl KISAKÜREK