Kategori arşivi: Şiir

Nisan’a Kaç Var

Yazmadım seni daha,
Sevmeye ayırdım tüm zamanları,
Yazmaya bu yüzden vaktim olmadı.
Ben düşünmeye başlayınca seni
-Ki bu bir önceki düşünmenin sonundan çok öncedir-
İnan ki dağlar, taşlar, inan ki bulutlar, yağmur ve kar
Toprakla su ve gökyüzü, güneş ay ve yıldızlar
Onlar da benimle birlikte
Ve onlar da benim kadar seni düşünürler…
Benim kadar diyemem ama
Yemin ederim onlar da seni özler.
Hep dalgınım bu günlerde
Saati cezveye koyup yumurta tutuyorum,
Bir gün takvime bakmasam yılı unutuyorum.
Aklım başıma gelmiyor, başıma çarpmadan dallar
Yolda yürürken dalıp dalıp gidiyorum.
Nisan’a kaç var diyorum saati sorarken.
Hiç böyle olmamıştım.
Bilenlere sordum; ‘AŞK bu’ dediler!

Metin Vural

Uçun Kuşlar

Uçun kuşlar uçun, doğduğum yere
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır
Ormanlar koynunda bir serin dere
Dikenler içinde sarı gül vardır

O çay ağır akar, yorgun mu bilmem
Mehtabı hasta mı, solgun mu bilmem
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem
Yüce dağ başında siyah tül vardır

Orda geçti benim güzel günlerim
O demleri anıp bugün inlerim
Destan-ı ömrümü okur dinlerim
İçimde oralı bir bülbül vardır

Uçun kuşlar uçun, burda vefa yok
Öyle akarsular, öyle hava yok
Feryadıma karşı aks-i sada yok
Bu yangın yerinde soğuk kül vardır

Hey Rıza kederin başından aşkın
Bitip tükenmiyor elem-i aşkın
Sende derya gibi daima taşkın
Daima çalkanır bir gönül vardır

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Olamadım

Gözlerim yollarda bekler dururum
Bir selam bir haber hiç yollamadın
Sen bende hayatın tadı tuzuyken
Ben sende bir damla yaş olamadım

Aşkın aleviyle yanar yürekler
Sevgi pastasından bir nasip bekler
Boşuna mı gitti bunca emekler?
Kurunun yanında yaş olamadım

Hasretin yükünü hep bendim çeken
Sensiz geçen her gün bağrımda diken
Sen gözümün nuru, bebeği iken
Ben gözüne kirpik, kaş olamadım

Titrerim aklıma sen geldiğinde
Uçarım bana bir seslendiğinde
Elleri başına taç eyledin de
Ben basıp geçtiğin taş olamadım

Olamadım…

İbrahim ERKAL

Ayın Güle Serenadı

    l
    ey imtiyazlı güzel, uyan derin uykudan
    hatırla bülbüllerin divane olduğunu

    dün sabah seni görüp çarpılmış gökte güneş
    önce anlayamamış ona ne olduğunu

    gönderince kalbime ışığını bu gece
    bildim bütün aşkların bahane olduğunu

    şimdi ben de garip bir haldeyim, biçareyim
    şaşırdım ayın kime pervane olduğunu

    ll
    rüzgarı senin için öpüyor dudaklarım
    bal rengine boyuyor yolları senin için

    dehlizlerin dumanlı, küflü karanlığından
    aydınlığa çekiyor kulları senin için

    misk-ü amber kokuyor çölün kalbinde zaman
    sim-ü zerle süslüyor kumları senin için

    senin için ırmağa karışıyor denizler
    can meyvesi kırıyor dalları senin için

    lll
    bülbül yine mey’ustu; vatan virandı gülüm
    uğrunda hayallerim bile yıprandı gülüm

    Mecnun dahi Leyla’yı anmaz oldu yürekten
    güzeller güzeliydi; hani sultandı gülüm

    yaşamak, sonsuzluğu tattı avuçlarından
    ölüm tomurcuklandı; kabir uyandı gülüm

    bir kaf dağı kalmıştı varlığından bihaber
    seni görünce, o da tutuşup yandı gülüm

    NURULLAH GENÇ

    Ya KUR’ÂN, YA HÜSRÂN, ÜÇÜNCÜSÜ YOK

    Yakuttan, zümrütten medet boşuna,
    Hepsi bir gün döner, çakıl taşına.
    Geç kalma.. Bakıp da o genç yaşına,
    Sanma ki; önünde seçenekler çok;
    Ya ÎMÂN, ya İSYÂN, üçüncüsü yok.

    Dünyanın serveti, şehveti sahte;
    Bir kefen kadardır, vefâsı ahde.
    Boğma vicdânını, meyde, kadehte,
    Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
    Ya AHLÂK, ya HELÂK, üçüncüsü yok.

    Sen, şerefli doğdun, şerefli yaşa,
    O bencil nefsini, vur taştan taşa;
    Yoksa çıkamazsın, şeytanla başa.
    Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
    Ya CENNET, ya CİNNET, üçüncüsü yok.

    İnsanlık yanıyor, ateş bacada,
    Fitneler kaynıyor, binbir locada,
    Umut kuyrukları, ‘cinci’ hocada;
    Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
    Ya İZZET, ya ZİLLET, üçüncüsü yok.

    Bir kere baktın mı, kalkıp seherde?
    Kapılar açılır, gök perde perde.
    Sordun mu Kurân’a, kurtuluş nerde?
    Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
    Ya ŞÜKÜR, ya KÜFÜR, üçüncüsü yok.

    Dağlara özenip, tepeden bakma,
    Mezar taşlarına, rütbeni çakma,
    Şu cennet köşkünü, kibirle yakma;
    Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
    Ya İHLÂS, ya İFLÂS, üçüncüsü yok.

    Bırak.. O “çağdaşlar”, ne derse desin,
    Hayat bir sınavdır, bu hüküm kesin,
    Secde et ki; varsın, Allah’a sesin;
    Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
    Ya KUR’ÂN, ya HÜSRÂN, üçüncüsü yok.

    Cengiz Numanoğlu

    Erenlerin Sohbeti

    Erenlerin sohbeti,
    Ele giresi değil.
    Sohbete eren kişi,
    Mahrum kalası değil.

    Bulmak istersen eri,
    Boşa gezme her yeri!
    Sarraf tanır cevheri,
    Herkes bilesi değil.

    Akan bir pınar olsa,
    Testi tersine konsa,
    Kırk yıl orada kalsa,
    Kendi dolası değil.

    Sohbetle parlar iman,
    Talip kazanır irfan,
    İnsanı ârif yapan,
    Fesi, hırkası değil.

    Yunus istersen himmet,
    Edebe et riayet,
    Ruha gıdadır sohbet,
    Kâğıt helvası değil!

    YUNUS EMRE

    Mutlak Seveceksin

    Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
    Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
    Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş,
    Bir sır ki bu, ölsen bile açamazsın…

    Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
    Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki…
    Bak emrediyor: Daldığın alemden uyan ki,
    Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın…

    Kalbin benim olsun diyorum, çünkü mukadder…
    Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök, ver!
    Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
    Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın…

    Ram ol bana, ruhun yeni bir aleme girsin…
    Yazmış kaderin: Aşkıma ömrünce esirsin!
    Aklınla, şuurunla, hayalinle bilirsin.
    Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın…

    HÜSEYİN NİHAL ATSIZ

    Geri Gelen Mektup

    Rûhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
    Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
    Pervâne olan kendini gizler mi alevden?
    Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu…

    Gün senden ışık alsa bir renge bürünse;
    Ay secde edip çehrene yerlerde sürünse;
    Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan
    Yalnız o yeşil gözlerinin nûru görünse…

    Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
    Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!..
    Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince,
    Çehren bana uğrunda ölüm hâzzı verince,
    Gönlümdeki azgın devi rüzgârlara attım;
    Gözlerle günâh işlemenin zevkini tattım.
    Gözler ki birer parçasıdır sende İlâh’ın,
    Gözler ki senin en katı zulmün ve silâhın,
    Vur şanlı silâhınla gönül mülkü düzelsin;
    Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin!

    Bir başka füsûn fışkırıyor sanki yüzünden,
    Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden…
    Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
    Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.
    Dinmez! Gönlün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
    Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
    Görmek seni ukbâdan eğer mümkün olaydı.

    Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
    Tek bendeki volkanları söndürse denizler…
    Halâ yaşıyor gizlenerek rûhuma “Kaabil”;
    İmkânı bulunsaydı, bütün ömre mukabil
    Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
    Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

    Mehtaplı yüzün Tanrı’yı kıskandırıyordur.
    En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
    Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur,
    Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik!

    HÜSEYİN NİHAL ATSIZ