Cemil Meriç‘i zaman zaman denk geldiğim metinlerden etkilenerek biraz araştırmıştım. Açıkçası Cemil Meriç diyince saygıdan korktuğum bir insan geliyor aklıma. Bugün yaşasa ve onunla sohbet imkanım olsa sanırım bundan çekinirdim. Bunun yerine onu bir söyleşisinde dinlemeyi tercih ederdim. Muazzam bir entellektüel ve düşünür.
Sürekli olarak kullandığı fildişi kulesi tabiri vardır onun. Fildişi kulesinde kitaplara kaçmış bir düşünür. Bu Ülke kitabını okuduktan sonra ona duyduğum saygı bir hayli arttı. Çünkü daha önce tam manasıyla tanımıyordum onu. Kitapta özellikle milli bir düşünürle karşılaştım. Geçmişini, köklerini seven batıdan aldıklarının yanında doğunun da ne kadar dolu dolu olduğunu gösteren bir düşünür. Mutlaka okunması ve kulak kabartılması gereken bir kişi. Yazdıkları aslında okuduklarıyla dolu kafasından sızanlar sadece. Küp öyle dolu ki sızanlar bile yeterli gelebilir bizim gibilere.
Kitapta Tanzimat döneminden itibaren ‘Türk Aydınına’ ve Batı özentisine eleştiriler mevcut. Batı özentisine eleştiri hakkı olanlardan biri de aslında Cemil Meriç. Çünkü batıyı ve ‘batı aydınlarını’ en çok da o tanıyor. Tamam batının alınması gereken birçok özellikleri olabilir ancak doğuya haksızlık edilmiyor mu ya İslama?
Bu Ülke kitabı, farklı baskılara sahipmiş ancak o öldükten sonra sanıyorum varisleri İletişim Yayınları ile anlaşarak yayınlanmamış notları da dahil olmak üzere bu yayınevinde yayınlanmasına karar vermişler. Kitaba bazı baskılarda eklemeler yapılmış ve son halini bu şekilde almış. Kitabın bölümleri aşağıdaki gibidir;
- Entellektüel Bir Otobiyografi
- Cemil Meriç Kronolojisi
- BU ÜLKE
- Siham-ı Kazâ
- Biz ve Onlar
- Münzevi Yıldızlar
- Fildişi Kuleden
- Bâki Kalan
- Kanaviçe
- Bu Ülke ile İlgili Basında Çıkan Yazılardan Seçmeler
İlk olarak Entellektüel Bir Otobiyografi bölümünde Cemil Meriç’in kendi kitaplarından toplanmış otobiyografisi mevcut. Sonrasında Kronolojisi verilmiş. Ardından BU ÜLKE kitabının orjinal kısmı var. Kırk sayfalık Kanaviçe bölümünde ise kitaptaki dipnotlar mevcut. Bu bölüm aslında direkt sayfa altlarında dipnot olarak verilse okuma kolaylığı açısından bence daha iyi olurmuş diyebilirim.
Kitapta altını çizerek okuyacağınız, defalarca geri döneceğiniz birçok yer mevcut. Ayrıca bazı yazarların (doğulu, batılı veya yerli) hakkında da bilgiler verilmiş bu noktalar da ilgi çekici. Benim de altını çizdiğim oldukça yer olmakla birlikte bazılarını aşağıda paylaşmak istiyorum.
Her Büyük Adam Kucağında Yaşadığı Cemiyetin Üvey Evlâdıdır
… “İnsanı cemiyet yaratır. Hangi cemiyet? İnsan cemiyetle tam bir uyum hâlinde olduğu zaman tarihi yoktur; doğar, yaşar, ölür. Tarihi yaratan, fertle kalabalık arasındaki anlaşmazlık… Fert cemiyetle kaynaştığı zaman tarihi yoktur…
Fildişi Kule 1: Miskinler Tekkesi
“Dadaizm ve sürrealizm, kitleye sırtını çeviren sanatın yüzde yüz iflasını bir fizik kanunu katiyetiyle ispat etmekte… Artık ‘sanat için sanat‘ tekerlemesi, ya hazin bir gafletin ifadesidir yahut da bir ricatın. İlham perilerinin iltifatı hiç kimseye kavgadan kaçmak imtiyazını vermez. Fildişi kule, ikinci harp sonu dünyasının dâvâsız sanat meczuplarını barındıran bir miskinler tekkesidir… Vatandaşları günün çetin kavgalarında yer alırken yıldızlara serenat besteleyen bedbahtın adı: savaş kaçağıdır… Fikir ve sanat adamının yeri: fikir ve sanat kavgasının ateş hattıdır… Her sanatkâr agora’ya inmek, hayırla şerrin savaşında ister istemez yer almak mecburiyetindedir. Fildişi kuleye kapananlar şerrin zaferini (bilerek veya bilmeyerek) kolaylaştırmış olurlar. Kitlelerin yükselmesi, insanlaşması, ışığa kavuşması için sanat: işte çağımızın şiarı.” (Yirminci Asır, “Fildişi Kule Efsanesi”, 1.11.1947) …
İzm’ler
İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.
Bu Firar Bir Kabil Kompleksi
Her dudakta aynı rezil şikâyet: yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye’nin insanından şikâyetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını “yaşanmaz”laştıranlardır.
Türk aydını, Kitâb-ı Mukaddes’in Serseri Yahudisi… Hangi Türk aydını? Kaçanlar ne Türk, ne aydın. Bu firar bir Kabil kompleksi.
Sen Bir Az-Gelişmişsin
Kıt’aları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar…
Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupalıyım” demeğe başladı, “Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.”
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına: “Hayır delikanlı”, diye fısıldadılar, “sen bir az-gelişmişsin.”
Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir “nişân-ı zîşân” gibi gururla benimsedi aydınlanınız.
Asaletini Kaybeden İrfan
…Asırlar geçti, birer birer söndü meşaleler. İrfan asaletini kaybetti. Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür. Genç kuşaklar, Batı’nın bit pazarlarından ithal edilmiş bu hazır elbiselere küçümseyerek bakıyor. Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır, yaratır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan. …. (Sayfa 101)
Biz ve Onlar
“İmparatorluk günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamak? Onu bu hâle düşüren sebeplerin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir. Temellerini III. Selim’in attığı bu zihniyeti, derin cehaleti ve sonsuz hayalperestliği yüzünden II. Mahmut son haddine vardırır. Babıâli’ye tavsiyemiz şudur: hükümetinizi dinî kanunlarınıza saygı esası üzerine kurunuz. Devlet olarak varlığınızın taneli, Padişahla Müslüman tab’a arasındaki en kuvvetli bağ, dindir. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın. İdarenizi düzene sokun, ıslah edin. Ama yerine size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskilerini yıkmayın. Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunları almayın. Batı kanunlarının temeli Hıristiyanlıktır. Türk kalınız. Tatbik edemeyeceğiniz kanunu çıkarmayın. Hak bellediğiniz yolda ilerleyin. Batının sözlerine kulak asmadın. Siz ilerlemeye bakın. Adalet ve bilgiyi elden bırakmayın. Avrupa efkâr-ı umûmiyesinin az çok değeri olan kısmını yanınızda bulacaksınız. Kısaca, biz Babıâli’yi kendi idare tarzı’nın tanzim ve ıslahı için giriştiği teşebbüslerden vazgeçirmek istemiyoruz. Ama, Avrupa’yı örnek olarak olmamalıdır kendine. Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka. Avrupa’nın temel kanunları Doğu’nun örf ve âdetlerine taban tabana zıttır, ithal malı ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat Müslüman memleketlerini ancak felakete sürükler. Onlardan hayır gelmez sizlere.” METTERNICH
Demokrasi ve İslamiyet
… Çağdaş Avrupa’nın demokrasi anlayışı bu, kısaca. Şimdi de İslâmiyet’in devlet telakkisine bir gözatalım.
İnsanlar, doğuştan eşittirler: kullukta, fanilikte eşitlik. Ama menfi bir eşitlik bu. Sonra, iman sayesinde yeni bir eşitlik kazanırlar, kardeş olurlar. Rabbin lütuflarmdan aynı ölçüde faydalanacaklardır: hukukî ve müsbet bir eşitlik.
Kulun bütün haysiyeti: mümin oluşunda. Kul, mümin olunca hukukî bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyet.
İslâm için hürriyet felsefî değil, hukukî bir mefhum. Temeli: camianın bütün fertleri arasında tam bir hak eşitliği olduğu inancı.
Hükmeden Allah’tır, bu hâkimiyet devredilemez. Allah, her ul-ül emr’i otorite ile doğrudan doğruya teçhiz eder. Emir (veya Sultan) seçimle gelse de, durum değişmez. Allah’ın dışında cismanî bir otorite yoktur. Vardır demek, Allah’a şerik koşmaktır. Ul-ül-emr, Allah’ın aletidir sadece. İslâmiyet’te her türlü istibdada, ahkâm-ı Kur’aniyye dışındaki her türlü keyfiliğe karşı direnmek için birçok yollar vardır.
Kitap sahibi kavimler, İslâm’ın üstünlüğünü kabul etmek ve ona cizye ödemek şartıyla hudutlu, fakat teminatı olan bir hakka lâyık görülürler. Bu himaye, ümmetin bir civanmertliğidir. Bir nevi misafirperverlik. Himaye edilenlerin daha az vazifeleri olduğu için, hakları da daha azdır. İbadetlerine devam edebilir, kendi kanunlarını uygulayabilirler.
Putperestlerin camiada yeri yoktur. Ama Müslümanlar onları da zaman zaman korumuşlardır. Her kâfir ve putperest İslâmiyet’i kabul eder etmez, misak’a dahil olur. İslâm, cihanşümul bir dindir, bütün insanlara hitap eder. Kast da tanımaz. Gerçek Müslümanın nazarında sosyal sınıf diye bir şey olamaz. Servet veya mevki ayırmaz insanları; Müslüman, Müslümana eşittir. Cevdet Paşa’nın söyleyişiyle: “Emr-i taayüşçe ağniyâ ile fıkarânın halleri mütekaarib ve müteşâbihdir. Câmi-i şerifde ise müsâvât-ı tâmme ve hürriyet’i kâmile vardır…” Fukara ile zengin arasında “bir büyük mesafe görünmez.” Ve Hıristiyan devletlerinde olduğu gibi, tefrika ve husumet de yoktur. “Binaenaleyh, akvâm-ı İslâmiyede commune ve socialiste ve nihiliste gibi fürûk-ı îtizâliyye” bulunmaz. ..
Din Afyon mudur?
Şato kiliseye dayanıyordu, kilise, nass’a. Batı’nın düşünce tarihi akılla naklin mücadelesi tarihi. Nakil, imtiyazların kalesiydi. Üçüncü sınıf, bu asırlık kaleyi aklın dinamitiyle tahrip etmedikçe hürriyete kavuşamazdı. Hıristiyanlık, eski toprak köleleri için karanlık bir mahpesti, maddecilik* arz-ı mev’ut; din zilletti, dinsizlik haysiyet.
Burjuvazi iktidara geçer geçmez kiliseyle nikâh tazeledi; kiliseyle, yani nass’la. İmtiyazlarını koruyacak bir hisardı nass. Şimdi, aklım bayrağını omuzlamak yeni bir içtimaî sınıfa düşüyordu, en yoksul ve en kalabalık sınıfa.
Mekanist maddecilik,* yükselen burjuvazinin* kavga silâhıydı; diyalektik maddecilik* dördüncü sınıfın kavga silâhı oldu. Birincinin görevi feodaliteyi* yıkmaktı, ikincinin kapitalizmi. Din, Avrupa için bir afyondur, bütün ideolojiler gibi. Avrupa’nın tarihi, bir sınıf kavgası tarihidir. Osmanlı için şuurdur din, tesanüttür, sevgidir. Osmanlı toplumu insan haysiyetine ve inanç birliğine dayanır. Hegel* belki haklı: tarih tezatlar içinde gelişir. Osmanlı’nın tezadı Avrupa’dır. Batı’da maddecilik bâtıl’ın hisarlarını yıkan bir dinamit, hür düşüncenin dinamiti; Osmanlı İmparatorluğunda maddecilik bir kendi kendini tahrip cinneti.
Avrupa, Osmanlı ülkesine papaz ihraç eder. Hıristiyanlığa davet için mi? Ne münasebet. Tek emeli, Osmanlı’yı dinsizleştirmektir. Dinsizleştirmek, yani “etnik bir toz” hâline getirmek.
Bir kelimeyle: dinsizlik, Batının yükselen sınıfları için ne kadar hayırlıysa, bizim için o kadar meşumdur; onlar için ilerleyiş; bizim için çözülüş ifade eder, mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı…
Çağdaş Uygarlık Düzeyi ve İsa Efendimiz
…İnsanlığın tarihi neden İsa ile başlasın? Tarihin mihver çağı İsa’dan önce beşinci yüzyıl. Bugünün insanı o zamandan beri yaşıyor (Jaspers).*
“Her şahıs tasavvurlarını kendi lisanı üzre kurup da sonra başka lisana tercüme ettiği gibi, her millet vak’aları kendi tarihine göre tertib edip, öteki tarihleri ona kıyasla bulur… Yani her millet kendi tarihini muhafazaya mecburdur” diyor Cevdet Paşa. “Binâenaleyh, bizde de hicretin tarih başlangıcı olması emr-i tabiîdir”. Tarih, gerçekte iki kısma bölünebilir. Paşa’ya göre: “asr-ı Âdemden, asr-ı İslama kadar” olan zaman eski çağdır; ondan sonra yeni çağ İslâm’la başlar. ‘Yeni tarihi de iki kısma ayırabiliriz: ikinci kısmın mebdei, matbaanın keşfidir.” …
Öldürmeyeceksin
Kanun, eski Yunan’dan beri “büyük sineklerin yırtıp geçtiği, küçüklerin takılıp kaldığı bir örümcek ağı” Avrupalı için. Machiavelli, insanlığı ikiye ayırır: tarihi yapanlar, tarihin malzemesi. Çobanla sürü. Katili göklere çıkarır, Sade, ayak takımının peşin hükümlerinden sıyrılmış bir gerçekçi olarak alkışlar. Devlet, gözünü kırpmadan cana kıyanları korumalıdır.
…Yunancada dâhi ile şairin kökleri bir, ikisi de yaratıcı demek. Deha ilahî bir cezbedir, Eflatun’a göre. Kant için, “sanata kaideler sunan bir meleke.” Hegel “Gerçek sanat ne öğrenilir, ne aktarılır”, diyor. Kabiliyet ile dehayı şöyle ayırıyor Schopenhauer: kabiliyet, belli bir hedefe başkalarından daha ustaca ok atmak; deha, oklarını, başkalarının bakışlarıyla dahi ulaşamayacağı bir hedefe saplamak. Taine, dehayı girift bir varlık olarak vasıflandırıyor. Önce sanatçının mizacı, üslubu, yapıcılığı, sonra çevre. Tabiat, insiyak, deha, mizaç, sinir sistemi, beyin veya kan… Bu esrarlı varlığa ne ad verirseniz verin, her büyük eserin ilk kaynağı o. Sabırmış, emekmiş, çevreymiş, hiçbir şey o cevherin yerini tutamaz. …
…Seneca “Her dâhi bir parça delidir” diyordu. …
Bu cüceler asrı, ne dehaya inanıyor, ne fazilete. “Deha bir sümük meselesidir” Leon Paul Fargue’a göre, “sanat bir virgül meselesi”; Aragon için, “dâhi’nin özelliği, öldükten yirmi yıl sonra salaklara düşünceler ilham etmesidir.”
Dâhi münzevi bir yıldız; anasız doğan çocuk, anasız doğan ve zürriyetsiz ölen. Zirveden zirveye akseden şarkı.
Scott
…Birçok kitapları, okumuş olmak, hattâ okumuş görünmek için okuyoruz. Birçoklarını da çevremizden kaçmak için. Goethe doğru söylemiş: kitap, Batı’nın afyonu. Aylarca masallar dinledim Scott’tan. Her roman merakla seyrettiğim uzun, esrarlı bir film gibiydi. Ne kaldı? Bir düzine roman ismi, üç beş kahraman, birkaç peyzaj, meçhul bir dâva uğruna dövüşen yiğit, serazat, inatçı insanlar, kan ve ölüm, Arslan Yürekli Rişarla Selâhattin Eyyûbi, Haçlıların İstanbul’a girişi ve oldukça geniş bir zaman çerçevesi içinde dal-budak salan ihtiraslar, Londra, saray, gelişen burjuvazi, derebeyleri ile şehirler arasındaki savaş, İsviçre’nin hürriyet kavgası, hayat ve gerçek… (Sayfa 235)
Bir adamı tanımak için, düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmemiz lâzım hiç değilse. Hayatın maddî olaylarıyla kronoloji yapılabilir ancak. Kronoloji, aptalların tarihi.
9
Itır gülün sesi, ışık sonsuzun. Geceleri ölüm konuşur karanlıklarda.
13
Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltıraş, hakikati arayan yol arkadaşı. Hedefi, tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış.
Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir: parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş. (Sayfa 283)
27
Din, aşk, şiir… Boşlukta yuvarlanan insanın bir yıldıza attığı merdivenler. En yüce, en güzel, en ölümsüz taraflarını benliğinden koparıp bir mücerrede armağan eden insan, neden fakirleşsin? Boş kubbeleri sonsuzluğumuzla doldurmak, sonsuzlaştırmaktır. Tanrı beşerin en büyük keşfi.
Mağarasında meçhul kuvvetlere yalvaran uzak ceddimiz, feza çağının zındığından daha mı az bahtiyardı? Hangi ilmî hakikat bir kabile dininin nass’larından4 daha sıcak, daha doyurucu? İnanmayanların, inananlara sataşmaları kıskançlıklarından. Mü’minlerin saadetini gölgeleyen tek ıstırap, inanmayanlara karşı duyulan merhamet olmalı.
Deli İbrahim, Osmanoğulları’nın en akıllısı. Balıklara inci atarmış… İnci balıklara atılmak için yaratılmış olmasaydı, denizlerde ne işi vardı?
İnsanlar beyni fırlatıyor lağıma. Süleyman’ın sofrası iltifatlarına muntazır, onlar kemik peşindeler. Venüs’e arkaları dönük, köpeklere sırıtıyorlar. Efsane yalan söylüyor: Sirse insanları domuzlaştırmamış, domuzları insanlaştırmış. Bunları tekrar ahıra sok Sirse! (Sayfa 298)
25
Altınlarını cam karşılığı dağıtan Kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım. Cam, altından daha asil. israil peygamberlerinden beri lanetlenmiş bir maden, altın. Adı, tarihin bütün cinayetlerine karışmış. Pıhtılaşmış kan, insan kanı. Cam güzel, çünkü kirli bir mazisi yok. Cam güzel, çünkü kalbi var, kırılıverir. (Sayfa 296)
Cemil Meriç’in Bütün Eserleri ise aşağıda sıralanmıştır (sayfa sayıları İletişim Yayınları’na göre verilmiştir).
- Bir Dünyanın Eşiğinde (431 Sayfa)
- Bu Ülke (341 Sayfa)
- Işık Doğudan Gelir (282 Sayfa)
- Jurnal; 1955-65 (399 Sayfa)
- Jurnal; 1966-83 (349 Sayfa)
- Kırk Ambar; Rümuz-ül Edeb (463 Sayfa)
- Kırk Ambar; Lehçe-t-ül Hakayık (546 Sayfa)
- Mağaradakiler (287 Sayfa)
- Saint-Simon; İlk Sosyolog, İlk Sosyalist (159 Sayfa)
- Sosyoloji Notları ve Konferanslar (411 Sayfa)
- Umrandan Uygarlığa (349 Sayfa)