Etiket arşivi: nurullah genç

Ayın Güle Serenadı

    l
    ey imtiyazlı güzel, uyan derin uykudan
    hatırla bülbüllerin divane olduğunu

    dün sabah seni görüp çarpılmış gökte güneş
    önce anlayamamış ona ne olduğunu

    gönderince kalbime ışığını bu gece
    bildim bütün aşkların bahane olduğunu

    şimdi ben de garip bir haldeyim, biçareyim
    şaşırdım ayın kime pervane olduğunu

    ll
    rüzgarı senin için öpüyor dudaklarım
    bal rengine boyuyor yolları senin için

    dehlizlerin dumanlı, küflü karanlığından
    aydınlığa çekiyor kulları senin için

    misk-ü amber kokuyor çölün kalbinde zaman
    sim-ü zerle süslüyor kumları senin için

    senin için ırmağa karışıyor denizler
    can meyvesi kırıyor dalları senin için

    lll
    bülbül yine mey’ustu; vatan virandı gülüm
    uğrunda hayallerim bile yıprandı gülüm

    Mecnun dahi Leyla’yı anmaz oldu yürekten
    güzeller güzeliydi; hani sultandı gülüm

    yaşamak, sonsuzluğu tattı avuçlarından
    ölüm tomurcuklandı; kabir uyandı gülüm

    bir kaf dağı kalmıştı varlığından bihaber
    seni görünce, o da tutuşup yandı gülüm

    NURULLAH GENÇ

    Olsan da bir, olmasan da

    artık görünmüyor mevsimde hüzün
    bulutlar bir garip rüyaya dalmış
    ufukta güneşi ağlatan yüzün
    bir mültecî gibi tenhâda kalmış
    toprak yandı gülüm; çeşmeler zehir
    şimdi bilsen de bir, bilmesen de bir

    kaç kere çağırdım seni öteden
    turnalar uçurdum gittiğin yere
    bin parça eyledin kalbimi neden
    ruhum bir başına düştü göklere
    bana tebessümle bakıyor kabir
    şimdi gülsen de bir, gülmesen de bir

    derdimin yangını sardı gölgeni
    bir mahkûm kanıyla aktı izlerin
    deniz ölesiye severken seni
    neden gemileri yaktı gözlerin
    yıkıldı yolunu bekleyen şehir
    şimdi gelsen de bir, gelmesen de bir

    yağmurun inceden yağdığı yerde
    açan gül acıyı damıtır solar
    ağustos böceği düşünce derde
    içine kuşların sevdası dolar
    ölü bir mahzene gömüldü kibir
    artık sevsen de bir, sevmesen de bir

    çatladı en kavî yerinden tohum
    kıvılcım düşürdü sulara gonca
    her akşam ölümü koklayan ruhum
    seni de kuşanır hâkan olunca
    bu yerde bilinir destân-ı kebir
    şimdi kalsan da bir, kalmasan da bir

    zaman ki, ardımda pervane şimdi
    mekân defineler döktü yoluma
    fırtınadan umut bekleyen kimdi
    söyle, deniz neden gömüldü kuma
    zindan çöktü gülüm; kırıldı zincir
    benim olsan da bir, olmasan da bir

    NURULLAH GENÇ

    Siyah Gözlerinde Beni de Götür

    Daha dokunmadan kurudu irem
    Çöllere bir türlü yağamıyorum
    Yeni bir koşunun başlangıcında
    Biraz deprem sonrası
    Biraz şehir hülyası
    Bir kalp yangınından geriye kalan
    Siyah gözlerine beni de götür
    Artık bu yerlere sığamıyorum

    Pembe uçurtmalar yolladığından beri
    Sarardı tiryaki menekşeleri
    Sonbaharın tozlu kafeslerinde
    Sevgi turnaları yakalıyorum
    Turnalar gidiyor; ben kalıyorum
    Avareyim, asudeyim, yorgunum
    Bilmiyorum neden sana vurgunum
    Erzurum garında, banklar üstünde
    Uyku tutmuyor karanlıkları
    Yitik düşlerimi kovalıyorum
    Gölgeler gidiyor; ben kalıyorum

    Bin bir türlü kokuyorsa yaylalar
    Siyah gözlerine beni de götür
    Baharın koynundan koparıp sana
    İpek bir mendile sardığım yüreğimle
    Şehzade gülleri gönderiyorum
    Umutlar kalıyor; ben gidiyorum

    Bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini
    Kaptanları sorgulayan
    Yanından geçen küheylanların
    Korku tufanına yakalandığı
    Siyah gözlerine beni de götür
    Güneş ülkesinden gelen yiğitler
    Benzeri olmayan bir dünya kursun
    Cellât, ayrılığın boynunu vursun

    Usul usul intizarı çürüten
    Bu hercai diken, bu çılgın arzu
    Sürüklüyor imkânsız muştuların
    Eşiğine gönül vadilerini
    Bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
    Düşüyorum tanyerine
    Ya topla yaralı kırlangıçları
    Ya da bu vefasız şarkıyı bitir
    Özgürlüğe giden tutsaklar gibi
    Siyah gözlerine beni de götür

    NURULLAH GENÇ

    Rüveyda

    Fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
    Bir güvercin uçurup kıtalar arasından
    Çağırdın beni
    Geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
    Derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
    Yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
    Yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
    Yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
    Koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına

    Adını söylemek istemiyorum
    Her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
    Her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
    Zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım
    Adını söylemek istemiyorum
    Rüveyda dediğim zaman
    Anla ki, senin için yürüyor kelimeler
    Çığlığımın atardamarlarından

    Hangi yıldızdır bilmem, gözlerin
    Kayar da üzerime Rüveyda
    Önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime
    Sonra açılır önümde ıstırap vadileri
    Silik renkleriyle adımlarıma
    Çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir

    Hayalin bittiği menfeze doğru
    Alaca bir at koşar içimde
    Zamansız, mekânsız nefese doğru

    Uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair
    Yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda
    Oysa Rüveyda
    Baştanbaşa ben
    Kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim

    Kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden
    Bir anlatsam nasıl utandığımı
    Bir doğrulsam eğildiğim yerlerden
    Ağarır tanyeri nilüferlerin
    Alaca bir at koşar içimde
    Ezer toynaklarıyla anılarımı

    Sular köpürmemeliydi Rüveyda
    Kırılmamalıydı ıslak dalları hasret servilerinin
    Ben zehire alışkınım, şerbete değil
    Rüyalar nefret eder avare duruşumdan
    Kâbuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde
    Sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber
    Ben her gece bir Mehdî türküsüyle çilekeş
    Yargılamak için zeval kayıtlarını
    İnkılap bekliyorum

    Hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin
    Uzanır da gönlüme Rüveyda
    Derinden bir ok saplanır bağrıma
    Beynimi çağıran bir sese doğru
    Alaca bir at koşar içimde
    Zamansız, mekânsız nefese doğru

    Varlığın cinayettir memleketimde işlenen
    Akıtır kanını asil pehlivanların
    Yokluğun sükûnettir kuşatır evrenimi
    Varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın

    Şimdi yıldızlardan bakamıyorsun
    Göklerinde bir Belkıs otururdu Rüveyda
    Binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
    Güneş bir anne gibi dururdu başucunda
    Artık dokunamıyor kâkülün bulutlara
    Karalara bürünmüş saçlarında dolunay
    Ben bu kadar zulme lâyık mıyım Rüveyda

    Hangi ressamı vurur bilmem, endamın
    Sarar da benliğimi
    Ben beni tanımam kaldırımlarda
    Kafesleri yutan kafese doğru
    Alaca bir at koşar içimde
    Zamansız, mekânsız nefese doğru

    Kırmızı bir kurdele bağlayarak alnına
    Duydun mu orkideye duâ eden birini
    Bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda
    Bu yapmacık bebekler
    Gözyaşı akıtırken gülenler yok mu
    Beni kahrediyor geceler boyu

    Hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün
    Soluk bir dünyanın mezarlarına
    Gömerek gurbetimi
    Kapadı karanlığa Yesrib, kapılarını
    Meydan okuyuşun çağın ordularına
    Bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır
    Doruklardan öte hevese doğru
    Alaca bir at koşar içimde
    Zamansız, mekânsız nefese doğru

    Yasını tutuyorum kararttığım düşlerin
    Yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda
    Amansız bir yalnızlık üfleyen pencereler
    Lif lif yoluyor kahır seyyahı bedenimi
    Önümde, haksızlığın hesaba çekildiği
    Siyahın simsiyahı tanımadığı mahşer
    Arkamda, kare kare ömrümü belirleyen
    Hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler

    Söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını
    Yeniden bir Nil olup taşar mıyım çöllere
    Kim giydirir başıma tacını nihayetin
    Kim takar bileğime hürriyet künyesini
    Karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle.

    Rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı
    Ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı
    Asırlardır köhne barınaklarda
    Küflenen, çürüyen çığlıklarımı

    At vuruldu; içim paramparça Rüveyda
    Gölgelerin ardına sakladım kusurumu
    Sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin
    Ben burda damla damla eriyip akıyorum
    Yine de, bırakamam yerlere gururumu
    İstenmediğim yeri usulca terk ederim
    Hâtıra kalsın diye bırakır da ruhumu
    Mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim.

    NURULLAH GENÇ